Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Bu olay hakkında nâzil olan Kur’ân-ı Kerîm’in 105. sûresinde ordu mensuplarından “ashâbü’l-fîl” şeklinde bahsedilmesi askerin önünde bir fil bulunduğunu göstermekte ve bundan dolayı söz konusu sûreye “Fîl sûresi” adının verilmesi gibi olaya da “Fil Vak‘ası” denilmektedir. Kaynaklarda bu olayın sebepleri, tarihi ve sonucu hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. 537 yılında idareyi ele geçiren ve mutaassıp bir hıristiyan olan Habeş Krallığı’nın müstakil Yemen valisi Ebrehe el-Esrem Hıristiyanlığı yaymak için bölgede yoğun çalışmalara başladı. Araplar’ın Kâbe’yi ziyaret için Mekke’ye gittiklerini görünce bu binanın hangi malzemeden yapıldığını ve örtüsünü sordu; taştan olduğunu ve örtüsünün farklı yerlerden geldiğini öğrenince de, “Mesih’e yemin ederim ki ondan daha hayırlısını yaptıracağım” diyerek (İbn Sa‘d, I, 90) San‘a’da, İslâm kaynaklarında Kulleys/Kalîs şeklinde geçen (Grekçe ekklessia, Türkçe’de kilise) büyük bir katedral inşa ettirdi ve tezyinatı için Bizans’tan mermer ve mozaik ustaları getirtti. Şarkiyatçı Rudolf Strothmann, şehrin ortasında yer alan ve halk arasında “Küçük Kâbe” adıyla anılan çifte minareli San‘a Ulucamii’nin bu katedralin camiye çevrilmiş şekli olduğunu düşünmektedir (İA, X, 179). Bizans imparatoru ustaları yollarken dinî hayatı düzene sokması amacıyla İskenderiye’deki İtalyan asıllı papaz Gregentius’u da göndermiş ve Ebrehe bu papazın hazırladığı yirmi üç maddeden oluşan bir kanunu yürürlüğe koymuştur (Hamîdullah, I, 287).
İnşaatın tamamlanmasından sonra Ebrehe çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı San‘a’ya çağırdı. Fakat bu kilisenin, Hz. İbrâhim’den beri kutsal saydıkları Kâbe’nin yerine geçirilmek istenmesini hazmedemeyen Kinâne kabilesine mensup bir Arap San‘a’ya giderek kiliseye pisledi. Bu saygısızlığa öfkelenen Ebrehe de bütün Kinânîler’in gelip kiliseyi tavaf etmelerini istedi; ancak onlar isteğini reddettikleri gibi gönderdiği elçiyi de öldürdüler. Bunun üzerine Ebrehe, Hıristiyanlığın yayılmasına Kâbe’nin engel teşkil ettiği sonucuna vararak onu yıkmaya karar verip içinde Mahmûd adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Mukātil b. Süleyman’dan gelen bir başka rivayette onun Kâbe’yi yıkmak üzere harekete geçmesine sebep olarak, Kureyşli bazı gençlerin sıcak bir gecede yaktıkları ateşin rüzgârın etkisiyle kilisenin yanmasına yol açması olayı gösterilir (İbn Kesîr, XV, 8659). Diğer bir rivayette ise Ebrehe bu sefere, Hıristiyanlığı yaymak şartıyla taç giydirip Mudar’a emîr tayin ettiği Muhammed b. Huzâî’nin Kinâne kabilesince öldürülmesini bahane etmiştir (Taberî, Târîḫ, I, 935). Aslında Bâbülmendep’e hâkim olup Hindistan deniz ticaretini ele geçirdikten sonra iktisadî hedeflerini genişletmek üzere gözünü kuzeye çeviren Ebrehe, Mekke’yi zaptederek Araplar’ın gittikçe gelişen ticarî faaliyetlerine son vermek, böylece San‘a’yı Arabistan’ın dinî, ticarî ve siyasî merkezi haline getirmek istiyordu. Bu arada kuzey-güney bağlantısını kesen Mekke’yi saf dışı bırakmak suretiyle Suriye’ye uzanması ve Sâsânîler’le savaşan Bizans’a yardım etmesi de mümkün olacaktı (Cevâd Ali, III, 517-519).
Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkma kararına karşı çıkan Yemen eşrafından Zûnefer onunla savaştıysa da yenilerek esir düştü. Yoluna devam eden Ebrehe Has‘am kabilesini de yenerek reisleri Nüfeyl b. Habîb el-Has‘amî’yi esir aldı. Taife geldiğinde şehir halkı adına konuşan Mes’ûd b. Muatteb’in, Lât Mâbedi’ne dokunulmamasına karşılık itaatlerini arzedecekleri ve kendisine hedefi olan Kâbe’yi gösterecek bir kılavuz verecekleri yolundaki teklifini kabul etti. Ancak Mekke yakınındaki Mugammes’te konakladığı sırada verdikleri Ebû Rigâl adlı kılavuz öldü (Araplar onun buradaki mezarını taşlamayı âdet edinmişlerdir). Ebrehe, Habeşî Esved b. Maksûd’u bir müfreze ile gönderip Mekke çevresinde otlayan develeri ordugâha getirtti. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in de 200 devesi vardı (İbn Hişâm, I, 48). Ebrehe, daha sonra Hunâta el-Himyerî’yi Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe’yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirdi. Abdülmuttalib ise ordugâha gelip sadece develerini istedi. Onun Kâbe’nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini istemesini garipseyen Ebrehe’ye, kendisinin develerin sahibi olduğunu ve Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu da kendi sahibinin koruyacağını söylemekle yetinen ve develerini alarak Mekke’ye dönen Abdülmuttalib, Kâbe’ye gidip beytini koruması için Allah’a dua ettikten sonra halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emretti. Ertesi gün Ebrehe ordusuna hücum emri verdi. Fakat kaynaklara göre, askerin önünde bulunan fil Mekke’ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran ebâbîl kuşları tarafından kurt yemiş yaprağa çevrildiler (bk. FÎL SÛRESİ). Böylece planları boşa çıkan ve ordusu perişan olan Ebrehe kendisi gibi kurtulabilen askerleriyle birlikte Yemen’e dönmek zorunda kaldı; kısa bir süre sonra da öldü.
Fil Vak‘ası’nın vuku bulduğu zamana dair kaynaklarda verilen bilgilerde büyük farklılıklar vardır. 547, 552 veya 563 yılları yanında Hz. Peygamber’in bu olaydan sonra gelen on üç ile kırk yıl arasındaki bir tarihte doğduğu rivayetleri de bulunmaktadır. Yaygın olan inanış Hz. Peygamber’in doğumundan elli, elli beş gün veya üç ay önce, muharrem ayının çıkmasına on üç gün kala bir pazar günü vuku bulduğudur ki bu tarih Araplar’da nesî’* geleneğini göz önüne alanlara göre 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 yılıdır.
Kaynakların çoğunun orduda Mahmûd adlı bir tek filin bulunduğunu kaydetmesine karşılık (meselâ bk. İbn Sa‘d, I, 91; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXX, 303) bazı rivayetlerde sekiz, on iki, on üç, hatta 1000 kadar filden bahsedilmektedir (İbn Sa‘d, I, 92; Kurtubî, XX, 193; Cevâd Ali, III, 507). Mahmûd adının Arapça kaynaklara, nesli tükenmiş büyük tarih öncesi fillerine verilen “mamut” (mammouth) adından bozularak girmiş olabileceği ileri sürülmektedir (Hamîdullah, I, 289-290). Hz. Peygamber Mekke’nin fethedildiği gün, “Allah fili Mekke’ye girmekten alıkoydu ve yalnız resulü ile müminleri oraya hâkim kıldı” buyurmuş, Hudeybiye’de devesi Kasvâ çökünce bazı sahâbîlerin, “Kasvâ çöktü” demeleri üzerine de, “Kasvâ çökmedi, onu fili tutan tuttu” demiştir (İbn Kesîr, XV, 8665).
Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî’nin evinde, kuşların attığı bu taşlardan zıfar boncuğu gibi kırmızı çizgili olan bir tanesini gördüğünü, Hz. Âişe de ordunun önünde giden filin sürücüsü ile bakıcısına kör kötürüm bir halde dilenirlerken rastladığını söylemiştir (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 97).
Kureyş kabilesi, Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak‘ası’nı tarih başlangıcı kabul etmiş ve meydana geldiği yıl “âmü’l-fîl” adıyla meşhur olmuştur; ancak bu durum uzun sürmemiştir. Olayın Kureyş üzerinde bıraktığı etkinin büyüklüğüne ilk delil, Kur’ân-ı Kerîm’in “ashâbü’l-fîl” şeklinde adlandırdığı saldırganları yine Fîl adındaki bir sûre ile onlara hatırlatmasıdır. Diğer Arap kabileleri de bu olay sebebiyle Kureyş’e saygı duymuşlar ve bunu onlara “ehlüllah” diyerek belli etmişlerdir; birçok şair ise bu vak‘ayla ilgili çeşitli şiirler söylemiştir.
Fil Vakası ya da Fil Olayı (Vakayı Fil) İslam inancına göre Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumundan 52 gün önce Kabe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan hadisedir.
Allâh Teâlâ’nın emriyle yapılan Kâbe, dâimâ ilâhî muhâfaza altındadır. Târihte “Fil Vakası” olarak bilinen hâdise, bunu ortaya koyan ibretli misâllerden biridir.
Yemen vâlisi Ebrehe, Roma imparatorunun da yardımıyla San’a’da yaptırdığı kiliseye arzu ettiği ölçüde rağbet edilmediğini görünce, son derece sinirlendi. Ardından Arapların eskiden beri kudsiyetini kabûl edip ziyâret edegeldikleri Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. İçinde, günümüzün tankları mesâbesinde olan fillerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayarak Mekke’ye yürüdü. Böylelikle, -gûyâ- insanların yönlerini, kendi yaptırdığı kiliseye çevirecekti.
Ebrehe’nin gözü o kadar dönmüştü ki, gasbedilen develerini geri istemeye gelen Abdülmuttalib’e şaşarak:
“–Ben Kâbe’yi yıkmaya geldim. Sen ise develerini düşünüyorsun!” demiş ve Abdülmuttalib’in Kâbe için:
“–Onun sâhibi var! O, onu korur!” ifâdelerine mukâbil kibirle:
“–Bana karşı onu koruyacak yoktur!” hezeyânında bulunmuştu. Mekke’ye yaklaşan ordusuna Kâbe’ye hücum emri verdi. Fakat Mina ile Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassirʼe gelince filler yürümez oldu. Gökyüzü ebâbîl kuşlarıyla doldu. Onlar, ayaklarında getirdikleri pişkin tuğladan yapılmış taşları Ebrehe ordusunun üzerine dolu taneleri gibi boşaltmaya başladılar. Bu taşlar, kime isâbet ediyorsa, onu helâk ediyordu. Mekke’nin önü bir anda insan ve fil mezarlığına döndü. Sıkletsiz küçücük kuşlar, tonlar ağırlığındaki filleri ezip yere serdiler. Bu dehşet dolu ilâhî mûcizenin tahakkuk ettiği yıla “Fil Senesi” denildi.
Allâh Teâlâ bu hâdiseyi Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatır:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ. أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ. وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ. تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ. فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ
“Rabbinin fil ashâbına neler yaptığını görmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Bu kuşlar, onlara pişmiş çamurdan taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilip çiğnenmiş ekin yaprağına çevirdi.” (el-Fîl, 1-5)
Çünkü Kâbe, Cenâb-ı Hakk’ın, emr-i ilâhîsi ile inşâ ettirdiği “Hâne-i Birr”i idi. Orası, Allâh’a kulluk mekânı olarak kudsî ve mübârek kılınmıştı. Bunun için ilâhî muhâfaza altına alınmıştı.
Ebrehe’nin ibâdethâneye karşı yaptığı bu saygısızlığa verilen cezâ ise, kıyâmete kadar aynı şekilde yapılacak diğer hareketler için de bir tehdit mâhiyeti taşımaktadır.
Bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي اْلآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Allâh’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mânî olan ve oraların harâb olması için çalışandan daha zâlim kim olabilir? İşte onların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Onlar için dünyâda bir rezillik, yine onlar için âhirette de pek büyük bir azap vardır.” (el-Bakara, 114)
Zulmünü iyice şiddetlendiren Ebrehe, netîcede kendisinde nihâyetsiz bir kuvvet ve azamet olduğu vehmine kapılmıştı. Buna mukâbil Allâh Teâlâ onu, çöllerdeki arslan, kaplan veya zehirli yılan gibi dehşet verici güçlü mahlûklarla değil, çok güçsüz ve zayıf varlıklar olan ebâbîl kuşlarının attığı nohuttan küçük taşlarla helâk etti. Nitekim Allâh Teâlâ, Firavun, Nemrut ve Câlût gibi mütekebbirleri hep onlardan küçük ve güçsüz görünen varlıklarla helâk ederek, onların hakîkatte ne kadar âciz varlıklar olduklarını ve kibirlerinin mânâsızlığını ortaya koymuştur.
Ebrehe de büyük bir azamet ve kibirle çıktığı Yemen’e, lîme lîme olmuş bir bedenle, çok zelil ve perişan bir vaziyette, sürünerek dönebildi. Onun bu hâli, kibirlilerin daha dünyâdayken bile rezil olduklarına dâir çok açık bir ibret tablosudur.
Kubaş bin Üşeym:
“–Ben ve Resulullah, Fil Senesi’nde doğduk.” demişti.
Hz. Osman, ona:
“–Sen mi daha büyüksün, yoksa Resulullah mı daha büyük?” diye sordu.
Mübârek sahâbî, şu edeb ve incelik dolu karşılığı verdi:
“–Resulullah, benden çok çok büyüktür. Doğumda ise ben ondan daha eskiyim![1] Ben, fillerin tersini yeşil ve değişmiş olarak gördüm.” (Tirmizî, Menâkıb, 2)
[1] Ashâb-ı Kirâm, bu rivâyette olduğu gibi, dâimâ Resûlullâh’ın en üstün ve en yüce makamda olduğunun şuurunda idiler. Dolayısıyla bu hususta büyük bir hassâsiyet gösterirlerdi. O’nun tenine dokunabilenler, bundan büyük bir iftihar duyar:
“İşte şu iki elimle Resûlullâh’a bey’at ettim” diyerek ellerini gösterirlerdi. (İbn-i Sa’d, IV, 306; Heysemî, VIII, 42)
Tarih: 2019-06-21 18:51:53 Kategori: Din
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Fil Vakası Nedir
İnşaatın tamamlanmasından sonra Ebrehe çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı San‘a’ya çağırdı. Fakat bu kilisenin, Hz. İbrâhim’den beri kutsal saydıkları Kâbe’nin yerine geçirilmek istenmesini hazmedemeyen Kinâne kabilesine mensup bir Arap San‘a’ya giderek kiliseye pisledi. Bu saygısızlığa öfkelenen Ebrehe de bütün Kinânîler’in gelip kiliseyi tavaf etmelerini istedi; ancak onlar isteğini reddettikleri gibi gönderdiği elçiyi de öldürdüler. Bunun üzerine Ebrehe, Hıristiyanlığın yayılmasına Kâbe’nin engel teşkil ettiği sonucuna vararak onu yıkmaya karar verip içinde Mahmûd adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Mukātil b. Süleyman’dan gelen bir başka rivayette onun Kâbe’yi yıkmak üzere harekete geçmesine sebep olarak, Kureyşli bazı gençlerin sıcak bir gecede yaktıkları ateşin rüzgârın etkisiyle kilisenin yanmasına yol açması olayı gösterilir (İbn Kesîr, XV, 8659). Diğer bir rivayette ise Ebrehe bu sefere, Hıristiyanlığı yaymak şartıyla taç giydirip Mudar’a emîr tayin ettiği Muhammed b. Huzâî’nin Kinâne kabilesince öldürülmesini bahane etmiştir (Taberî, Târîḫ, I, 935). Aslında Bâbülmendep’e hâkim olup Hindistan deniz ticaretini ele geçirdikten sonra iktisadî hedeflerini genişletmek üzere gözünü kuzeye çeviren Ebrehe, Mekke’yi zaptederek Araplar’ın gittikçe gelişen ticarî faaliyetlerine son vermek, böylece San‘a’yı Arabistan’ın dinî, ticarî ve siyasî merkezi haline getirmek istiyordu. Bu arada kuzey-güney bağlantısını kesen Mekke’yi saf dışı bırakmak suretiyle Suriye’ye uzanması ve Sâsânîler’le savaşan Bizans’a yardım etmesi de mümkün olacaktı (Cevâd Ali, III, 517-519).
Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkma kararına karşı çıkan Yemen eşrafından Zûnefer onunla savaştıysa da yenilerek esir düştü. Yoluna devam eden Ebrehe Has‘am kabilesini de yenerek reisleri Nüfeyl b. Habîb el-Has‘amî’yi esir aldı. Taife geldiğinde şehir halkı adına konuşan Mes’ûd b. Muatteb’in, Lât Mâbedi’ne dokunulmamasına karşılık itaatlerini arzedecekleri ve kendisine hedefi olan Kâbe’yi gösterecek bir kılavuz verecekleri yolundaki teklifini kabul etti. Ancak Mekke yakınındaki Mugammes’te konakladığı sırada verdikleri Ebû Rigâl adlı kılavuz öldü (Araplar onun buradaki mezarını taşlamayı âdet edinmişlerdir). Ebrehe, Habeşî Esved b. Maksûd’u bir müfreze ile gönderip Mekke çevresinde otlayan develeri ordugâha getirtti. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in de 200 devesi vardı (İbn Hişâm, I, 48). Ebrehe, daha sonra Hunâta el-Himyerî’yi Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe’yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirdi. Abdülmuttalib ise ordugâha gelip sadece develerini istedi. Onun Kâbe’nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini istemesini garipseyen Ebrehe’ye, kendisinin develerin sahibi olduğunu ve Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu da kendi sahibinin koruyacağını söylemekle yetinen ve develerini alarak Mekke’ye dönen Abdülmuttalib, Kâbe’ye gidip beytini koruması için Allah’a dua ettikten sonra halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emretti. Ertesi gün Ebrehe ordusuna hücum emri verdi. Fakat kaynaklara göre, askerin önünde bulunan fil Mekke’ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran ebâbîl kuşları tarafından kurt yemiş yaprağa çevrildiler (bk. FÎL SÛRESİ). Böylece planları boşa çıkan ve ordusu perişan olan Ebrehe kendisi gibi kurtulabilen askerleriyle birlikte Yemen’e dönmek zorunda kaldı; kısa bir süre sonra da öldü.
Fil Vak‘ası’nın vuku bulduğu zamana dair kaynaklarda verilen bilgilerde büyük farklılıklar vardır. 547, 552 veya 563 yılları yanında Hz. Peygamber’in bu olaydan sonra gelen on üç ile kırk yıl arasındaki bir tarihte doğduğu rivayetleri de bulunmaktadır. Yaygın olan inanış Hz. Peygamber’in doğumundan elli, elli beş gün veya üç ay önce, muharrem ayının çıkmasına on üç gün kala bir pazar günü vuku bulduğudur ki bu tarih Araplar’da nesî’* geleneğini göz önüne alanlara göre 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 yılıdır.
Kaynakların çoğunun orduda Mahmûd adlı bir tek filin bulunduğunu kaydetmesine karşılık (meselâ bk. İbn Sa‘d, I, 91; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXX, 303) bazı rivayetlerde sekiz, on iki, on üç, hatta 1000 kadar filden bahsedilmektedir (İbn Sa‘d, I, 92; Kurtubî, XX, 193; Cevâd Ali, III, 507). Mahmûd adının Arapça kaynaklara, nesli tükenmiş büyük tarih öncesi fillerine verilen “mamut” (mammouth) adından bozularak girmiş olabileceği ileri sürülmektedir (Hamîdullah, I, 289-290). Hz. Peygamber Mekke’nin fethedildiği gün, “Allah fili Mekke’ye girmekten alıkoydu ve yalnız resulü ile müminleri oraya hâkim kıldı” buyurmuş, Hudeybiye’de devesi Kasvâ çökünce bazı sahâbîlerin, “Kasvâ çöktü” demeleri üzerine de, “Kasvâ çökmedi, onu fili tutan tuttu” demiştir (İbn Kesîr, XV, 8665).
Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî’nin evinde, kuşların attığı bu taşlardan zıfar boncuğu gibi kırmızı çizgili olan bir tanesini gördüğünü, Hz. Âişe de ordunun önünde giden filin sürücüsü ile bakıcısına kör kötürüm bir halde dilenirlerken rastladığını söylemiştir (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 97).
Kureyş kabilesi, Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak‘ası’nı tarih başlangıcı kabul etmiş ve meydana geldiği yıl “âmü’l-fîl” adıyla meşhur olmuştur; ancak bu durum uzun sürmemiştir. Olayın Kureyş üzerinde bıraktığı etkinin büyüklüğüne ilk delil, Kur’ân-ı Kerîm’in “ashâbü’l-fîl” şeklinde adlandırdığı saldırganları yine Fîl adındaki bir sûre ile onlara hatırlatmasıdır. Diğer Arap kabileleri de bu olay sebebiyle Kureyş’e saygı duymuşlar ve bunu onlara “ehlüllah” diyerek belli etmişlerdir; birçok şair ise bu vak‘ayla ilgili çeşitli şiirler söylemiştir.
Fil Vakası ya da Fil Olayı (Vakayı Fil) İslam inancına göre Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumundan 52 gün önce Kabe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan hadisedir.
Allâh Teâlâ’nın emriyle yapılan Kâbe, dâimâ ilâhî muhâfaza altındadır. Târihte “Fil Vakası” olarak bilinen hâdise, bunu ortaya koyan ibretli misâllerden biridir.
Yemen vâlisi Ebrehe, Roma imparatorunun da yardımıyla San’a’da yaptırdığı kiliseye arzu ettiği ölçüde rağbet edilmediğini görünce, son derece sinirlendi. Ardından Arapların eskiden beri kudsiyetini kabûl edip ziyâret edegeldikleri Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. İçinde, günümüzün tankları mesâbesinde olan fillerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayarak Mekke’ye yürüdü. Böylelikle, -gûyâ- insanların yönlerini, kendi yaptırdığı kiliseye çevirecekti.
Ebrehe’nin gözü o kadar dönmüştü ki, gasbedilen develerini geri istemeye gelen Abdülmuttalib’e şaşarak:
“–Ben Kâbe’yi yıkmaya geldim. Sen ise develerini düşünüyorsun!” demiş ve Abdülmuttalib’in Kâbe için:
“–Onun sâhibi var! O, onu korur!” ifâdelerine mukâbil kibirle:
“–Bana karşı onu koruyacak yoktur!” hezeyânında bulunmuştu. Mekke’ye yaklaşan ordusuna Kâbe’ye hücum emri verdi. Fakat Mina ile Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassirʼe gelince filler yürümez oldu. Gökyüzü ebâbîl kuşlarıyla doldu. Onlar, ayaklarında getirdikleri pişkin tuğladan yapılmış taşları Ebrehe ordusunun üzerine dolu taneleri gibi boşaltmaya başladılar. Bu taşlar, kime isâbet ediyorsa, onu helâk ediyordu. Mekke’nin önü bir anda insan ve fil mezarlığına döndü. Sıkletsiz küçücük kuşlar, tonlar ağırlığındaki filleri ezip yere serdiler. Bu dehşet dolu ilâhî mûcizenin tahakkuk ettiği yıla “Fil Senesi” denildi.
Allâh Teâlâ bu hâdiseyi Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatır:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ. أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ. وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ. تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ. فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ
“Rabbinin fil ashâbına neler yaptığını görmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Bu kuşlar, onlara pişmiş çamurdan taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilip çiğnenmiş ekin yaprağına çevirdi.” (el-Fîl, 1-5)
Çünkü Kâbe, Cenâb-ı Hakk’ın, emr-i ilâhîsi ile inşâ ettirdiği “Hâne-i Birr”i idi. Orası, Allâh’a kulluk mekânı olarak kudsî ve mübârek kılınmıştı. Bunun için ilâhî muhâfaza altına alınmıştı.
Ebrehe’nin ibâdethâneye karşı yaptığı bu saygısızlığa verilen cezâ ise, kıyâmete kadar aynı şekilde yapılacak diğer hareketler için de bir tehdit mâhiyeti taşımaktadır.
Bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي اْلآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Allâh’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mânî olan ve oraların harâb olması için çalışandan daha zâlim kim olabilir? İşte onların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Onlar için dünyâda bir rezillik, yine onlar için âhirette de pek büyük bir azap vardır.” (el-Bakara, 114)
Zulmünü iyice şiddetlendiren Ebrehe, netîcede kendisinde nihâyetsiz bir kuvvet ve azamet olduğu vehmine kapılmıştı. Buna mukâbil Allâh Teâlâ onu, çöllerdeki arslan, kaplan veya zehirli yılan gibi dehşet verici güçlü mahlûklarla değil, çok güçsüz ve zayıf varlıklar olan ebâbîl kuşlarının attığı nohuttan küçük taşlarla helâk etti. Nitekim Allâh Teâlâ, Firavun, Nemrut ve Câlût gibi mütekebbirleri hep onlardan küçük ve güçsüz görünen varlıklarla helâk ederek, onların hakîkatte ne kadar âciz varlıklar olduklarını ve kibirlerinin mânâsızlığını ortaya koymuştur.
Ebrehe de büyük bir azamet ve kibirle çıktığı Yemen’e, lîme lîme olmuş bir bedenle, çok zelil ve perişan bir vaziyette, sürünerek dönebildi. Onun bu hâli, kibirlilerin daha dünyâdayken bile rezil olduklarına dâir çok açık bir ibret tablosudur.
Kubaş bin Üşeym:
“–Ben ve Resulullah, Fil Senesi’nde doğduk.” demişti.
Hz. Osman, ona:
“–Sen mi daha büyüksün, yoksa Resulullah mı daha büyük?” diye sordu.
Mübârek sahâbî, şu edeb ve incelik dolu karşılığı verdi:
“–Resulullah, benden çok çok büyüktür. Doğumda ise ben ondan daha eskiyim![1] Ben, fillerin tersini yeşil ve değişmiş olarak gördüm.” (Tirmizî, Menâkıb, 2)
[1] Ashâb-ı Kirâm, bu rivâyette olduğu gibi, dâimâ Resûlullâh’ın en üstün ve en yüce makamda olduğunun şuurunda idiler. Dolayısıyla bu hususta büyük bir hassâsiyet gösterirlerdi. O’nun tenine dokunabilenler, bundan büyük bir iftihar duyar:
“İşte şu iki elimle Resûlullâh’a bey’at ettim” diyerek ellerini gösterirlerdi. (İbn-i Sa’d, IV, 306; Heysemî, VIII, 42)
Tarih: 2019-06-21 18:51:53 Kategori: Din
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx